El Halil, Kudüs'ün 35 km güneyinde yer alan, üzüm, limon tuzu ve cam üflemeleriyle ünlü bir kent. Eski şehir merkezi, dar sokakları, düz damlı evleri ve eski pazarları ile simgeleşmiştir. Şehirde iki Filistin üniversitesi vardır.
Bu kent üç ilahi din için de aynı anlamı ifade ediyor. Filistin topraklarında üç din için Kudüs’ten sonraki en kutsal kent burasıdır. Çünkü hem Müslümanlar, hem Hıristiyanlar ve hem de Yahudiler Hazreti İbrahim, Hazreti İshak ve Hazreti Yakup’un kabirlerinin burada olduğundan hem fikirler. Öyle olunca kente verilen değer de artıyor. El Halil, Müslümanların çoğunlukta olduğu bir kent. Beytlahm’dan ayrılıp Halil istikametine doğru yol alırken yan tarafımızda kilometrelerce uzanan utanç duvarına, utanarak bakıyoruz. İnsanlık adına utanıyoruz. Medeniyet adına utanıyoruz. 21 asır adına utanıyoruz. Ve Allah’ü Teala’nın ayetinde ifade ettiği bereketli toprakları bir kez daha üzerindeki bitki örtüsüyle görmek nasip oluyor. Yol boyunca tarıma uygun tüm alanlarda modern tarım yapılıyor. Bereketli topraklardaki üzüm bağları, Manisa’yı, İzmir’i, hatırlatıyor bize. Burada bir çok sebze ve meyve yetişebiliyor. Yol boyunca tezgah kuran Filistinli gençlerin tezgahındaki zengin çeşitlemelerden bunu anlamak mümkün. Filistinliler engebeli arazilerin tamamını taştan sekiler oluşturarak tarıma elverişli hale getirmişler. Tarıma elverişi olmayan alanların tamamı ise ormanlık alan. Dağların kaya ve taşlık zirvelerinde fışkıran ağaçlar, Akdeniz Bölgemizi aratmayacak bir manzara sunuyor.
Halil kentinin 1991-94 yılları arasında yapılan Oslo görüşmelerinde Filistin’e verilmesi üzerine buradaki Yahudilerin bir kısmı kenti terk etmiş. Ancak 400 kadar fanatik Yahudi her türlü tehlikeyi göze aldıklarını ifade ederek, kentte kalmaya devam etmiş. Halen burada kalan Yahudileri kentte 1000 İsrail askeri koruyor. Bu Yahudilerin tamamı 24 saat silahlı gezmektedirler.
Halil kentinin tarihi kent sınırında durduruluyoruz. Buradan sonrasını yürüyerek gitmemiz gerekiyor. Bu çizginin ötesine Müslümanların araçla girmesi yasak. Herkes evine veya gideceği yere yürüyerek gidiyor. Yahudilerin ise araçla dolaşmaları serbest. Birinci kontrol noktasından cihazdan geçirilerek aranıyoruz ve yolumuza devam ediyoruz 100 metre sonra ikinci kontrol noktasına geliyoruz. Buradan da aranıp kontroller yapıldıktan sonra yola devam ediyoruz.
Harem-i Halil’e 50 metre kala bu sefer ayrıntılı bir aramadan geçiriliyoruz. Bu kontrol noktasından geçmek uzun süre alıyor. X-ray cihazlarından geçmeyi yeterli bulmayan İsrail askerleri, ayrıntılı bir üst ve çanta araması da yapıyorlar. Ardından yamaçtaki merdivenleri tırmanarak, milletinden olmaktan büyük bahtiyarlık duyduğumuz, Allah’ın dostu İbrahim peygamberin ebedi istirahatgahındayız.
Peygamberlerin atası Hazreti İbrahim burada yaşamış. Irak’ta Basra’ya yakın Ur şehrinde doğan Hazreti İbrahim, ailesiyle Harran’a (Şanlıurfa) gelmiş. Hazreti İbrahim’in Nemrutla giriştiği amansız mücadele, hak ve batıl savaşında yaşanmış en büyük mücadelelerden biri. Harran’dan ayrıldıktan sonra Kudüs’e gelen İbrahim Peygamber’in Mısır ve Mekke yolculuğu da var. Hazreti İsmail ile birlikte eşi Hacer validemizi burada bırakan Hazreti İbrahim çoğunlukla Halil kentinde yaşamış. Ölünce de yaşadığı yerdeki mağaraya gömülmüş. Aynı mağarada eşi Sara validemiz, oğlu hazreti İshak ve eşi ile torunu Hazreti Yakup ve eşi de metfun bulunmaktalar.
Hazreti Yusuf’un da burada olduğu söylenir. Ancak bu konuda kesin kanıt yoktur. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi alimleri bu peygamberlerin kabirlerinin burada olduğundan hemfikirler. Zaten Halil kentinin paylaşılamamasının temel sebebi de bu.
Bu mağaranın üzerindeki ilk mabedi Bizanslar yapmışlar. Ancak bölgenin Müslümanlar tarafından fethedilmesinin ardından bu mabedin yerine cami yapılmış. Mağara caminin tam olarak altında kalıyor. İnsanlar mağarayı görsünler diye mağaradan camiye 30-40 cm çapında bir delik açılmış. Açılan deliğin alında yanan mumlar bakanların mağaranın küçük bir kesitini görmelerini sağlıyor.
Caminin girişindeki ilk kabir Hazreti Sara validemize ait. Halen Müslümanların namaz kıldıkları bölümde ise Hazreti İshak ve eşinin kabirleri bulunuyor. Caminin kuzey batı köşesinde ise peygamberlerin atası hazreti İbrahim’in kabri bulunuyor. 1994’de bir Yahudi’nin buraya silahlı baskın yaparak namaz kılmakta olan Müslümanlardan 70’ni şehit etmesi ve 300’ünü yaralaması üzerine cami 8 ay boyunca ibadete kapatılmış. Daha sonra açıldığında caminin bir bölümünün Sinagog’a çevrildiği görülmüş. Hazreti İbrahim ile Hazreti Sara validemizin kabirlerinin yarısı cami kısmında diğer yarısı ise sinagog kısımda bulunuyor. Her iki dinin mensupları ziyarete geldiklerinde arada duvar olduğundan birbirlerini görememektedirler. Ancak demir parmaklıklar arkasında kabirleri görebilmekteler. Müslümanlar ve Yahudiler ziyaret esnasında birbirlerinin seslerini ise duyabilmekteler. Hazreti İshak ve eşinin kabirleri cami tarafında bırakılmış. Buna karşılık Hazreti Yakup ile eşinin kabirleri ise Sinagog bölümde kalmış. Yahudilerin hazreti Yakup’u tercih etmelerinin çok önemli bir nedeni var. Yahudilerin tahrif ettikleri Tevrat’ta, Hazreti Yakup’tan İsrail olarak bahsedilmektedir. Dolayısıyla onlara göre İsrailoğulluluk Hazreti Yakup ile başlamaktadır.
Müslümanların 4. haremi olarak tanımlanan Harem-i Halil’de bulunan minberin Müslümanlar için ayrı bir önemi var. Nureddin Zengi Abanoz ağacından iki adet minber yaptırır. Bunlardan birini Harem-i Halil’e diğerini ise Mescidi Aksa’ya hediye eder. Mescid-i Aksa’daki minber bir Yahudi’nin mescidi yok etmek amacıyla yangın çıkarması sonucu kül olur. Harem-i Halil’deki bu muhteşem sanat eseri bin yıla yakın geçmişine rağmen ilk günkü sağlamlığını korumakta ve Harem’de hizmet vermeye devam etmektedir.
Hazreti Ömer’den başlamak kaydıyla bütün İslam önderleri buraya büyük önem vermişler. Selahaddin-i Eyüb’i, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Abdülhamit hizmet edenler arasında ön sıralarda bulunmaktadır. II. Abdülhamit’in Harem’de hala üzerinde kendisinin hareme hediyesi olduğu yazan şamdanlığı bulunmaktadır.
El Halil yıkık ve dökük bir kent. Gezi boyunca ziyaret ettiğimiz Müslüman beldeler arasındaki en fakir yer El Halil. Buradaki Müslümanlar hem muhasara altındalar hem de adı konulmamış bir ekonomik ambargoyla karşı karşıyalar. Yol boyunca gelen kafilelerden sadaka isteyen büyük, küçük çok sayıda Filistinli, ziyarete gelen Müslümanların içini sızlatıyor. Burası gerçekten fakr-u zaruret içerisinde.
MESCİD-İ AKSA’DA TÜRK GECESİ
Mescid-i Aksa’nın biz Müslümanlar için en anlamlı gecesinde Kudüs’teyiz. O akşam mescide erken varıyoruz. Akşam namazımızı peygamber efendimizin üzerine basarak Allah’a ulaştığı muallâk taşının bulunduğu Kubetüssahra camiinde kılıyoruz. TRT tüm sistemini kurmuş. O gece yaklaşık olarak 500 kişiyi bulan bir Müslüman Türk cemaati olarak Miraç kandili için hazırlanan programa katılıyoruz. Caminin tamamında biz varız. Tarihinde ilk defa bir miraç kandili Filistin dışındaki bir ülkede canlı yayınlanıyor. TRT’yi tebrik etmek gerek. Aramızda çok az sayıda Filistinli Müslüman var. Filistinliler miraç kandillerini bir gün önce öğle-ikindi namazı arası kutladıklarından, programdan bihaberler. Kubettüsshra ve Mescid-i Aksa’nın müezzin ve görevlilerinden oluşan ekibin hazırladığı Arapça programı dinledikten sonra Mescid-i Aksa’ya geçiyoruz. Hayatımızın en anlamlı miraç kandili için Allah’a hamd-ü senaları ediyor ve ellerimizi, Miraç’a Kudüs’ten ulaşan Peygamber efendimizin yüzü hürmetine kabul edilmek üzere ettiğimiz dualarla semaya kaldırıyoruz. Filistinli Müslümanlar Mescid-i Aksa’da ve Kubbetüssahra’da kendileri dışında hazırlanan bir etkinliğe şahit olduklarından çok mutlular. Mutlu gece geç saatlere kadar huşu içinde idrak ediliyor. Ve artık mescidi aksaya veda etmeye hazırlanıyoruz.
FİLİSTİN’DEN DÖNÜŞ
Gece saat 03.15’de yine Harem-i Şerifteyiz. Minareden yükselen kasideler, az sonra okunacak sabah ezanının habercisi. Bu namaz Mescid-i Aksa’da kılacağımız son namaz. Filistinli Müslümanların isteği üzerine, mihraba yine Bayezid Cami İmamı Suat Hoca geçiyor. Filistinli Müslümanlar namazdan sonra son bir defa Suat Hocanın etrafını kuşatıyorlar. Hocaya farklı duygular ve gözyaşlarıyla kucaklaşıyorlar. Diller farklı olsa da, amaçları bir olan, aynı dine mensup insanların samimi kucaklaşmaları bunlar. Filistinliler bizi kucaklayarak uğurluyorlar. Gözlerine bakarak yüreklerindeki, “bizi yalnız bırakmayın” haykırışlarını görebiliyoruz. Her adımında bir Türk eserine rastladığımız Filistin, insanıyla da biz Türklere çok yakın bir millet. Türkiye’ye güveniyorlar. Sıkıştırıldıkları son topraklardan çıkarılmamak için canları dahi her türlü varlıklarını feda etmeye hazır Filistinliler, “bu topraklar Filistin topraklarından öte İslam toprakları” diye dertleniyorlar bizimle. Filistinliler oradan çıkmamaya kararlı. O kararlılık, tarifi imkansız bir cesaret vermiş onlara. Filistin’i gördükten sonra artık Türkiye’de sık sık seslendirilen “Filistinliler kendilerini korumada aciz, onlar da bir şeyler yapsınlar” şeklindeki itirazlara itibar etmeyeceğim. Çünkü, son olarak 1917’de Osmanlıların İngilizlere bıraktığı bu topraklarda, Osmanlı ordusu çekildikten sonra Filistinlilerin devlet olabilmeleri ne fırsatları olmuş, ne de imkanları. Birinci dünya savaşı şartlarında Türkiye’nin dahi Misak-ı Mili sınırlarını koruyamadığını düşünecek olursak, bir tek silahlı birliği olmayan Filistinlilerin yapacakları bir şeylerinin olmadığına inandım. Filistin yüzyılın güçlü Hıristiyan devletleri tarafından (özellikle İngiltere ve ABD) planlı bir şekilde Yahudilerin kucağına itilmiş. Batı, Hitler Almanya’sını da bahane ederek Yahudilere İslam coğrafyasının ortasında yurt ikram etmiş. Böylece kendileri, ülkelerinde “fitne-fesat çıkaran” Yahudilerden kurtulmuşlar. Kurtulmayla da kalmamışlar, müslümanlar için yüzyıllarca sürecek bir ‘Yahudi-Müslüman’ çatışmasına zemin oluşturmuşlar. Bir Hıristiyan için Yahudi-Müslüman çatışmasından daha mutluluk verici gelişme ne olabilir ki? Bir Yahudi için de binlerce yıl sonra vatan ve devlet sahibi olmak için mutluluk verici gelişme ne olabilir ki? Peki Müslümanlar için…? Bunu sanırım yazmaya gerek yok.
DÖNÜŞTE DE EZİYET
Dönüş yolunda Yafa’ya uğruyoruz. Yafa, Telaviv’e çok yakın bir şehir. Telaviv’in adeta bir mahallesi gibi. Aslında bundan kısa bir süre öncesine kadar Telaviv diye bir şehir yokmuş. İsrail Devleti kurulduktan sonra bu şehri inşa etmiş. Yafa ise Osmanlılara ait, Akdeniz’in kenarında büyük öneme sahip bir liman kentiymiş. Yafa’da Osmanlı eserlerinden Bahriye Camii, Hamidiye Külliyesi, Karakol Binası, Osmanlı Çeşmesi ve II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü dolayısıyla yaptırılan tarihi saat kulesini gezerek, havaalanına geçtik.
Gelişte polis merkezinde sorgulanan biri olarak, dönüşte ne yapacaklarını merak ediyorum. İsrailli görevliler yine yapacaklarını yapıyorlar. Gruptan herkes sorunsuz geçerken, bu sefer de benim valizime takıyorlar. Birkaç hediyelik eşya, kitap ve resimden başka hiçbir şey almadığım halde, valizimle birlikte, yine özel bir bölmeye alıyorlar. Valizimi açmamı istiyorlar. Bütün eşyalarım tek tek çıkarılarak, aranıyor. El aramasıyla da yetinmeyerek, gözleri önünde hiçbir şey bulamadıkları bütün eşyamı bir de elektronik cihazlarla aramadan geçiriyorlar. “La Havle” çekiyorum ama yapacak bir şey yok. Yüzyıla yakın zamandır çile, ıstırap ve sıkıntı çeken Filistinli kardeşlerimin yanında, sadece canımı sıkmak amacıyla İsrail görevlilerce yapılan eziyetten ne çıkar ki! Şimdi merak ediyorum. Bu yazıdan sonra İsrail’e yeniden giriş yaparsam, bana nasıl davranacaklar.
Yazan: Nurettin Bay Editör: Ahmet Özer
En Çok Okunan Haberler