17. Humeyni’nin Evindeki Fotoğraf
Şehrin kuzey doğu tarafındayız. Elburz dağının yamaçlarının üst taraflarında mütevazi bir ev. Bir odalı.
Küçücük bir bahçesi var. Pencereden hayatının önemli bir kısmını geçirdiği bu odayı seyrediyoruz. Terlikleri, ayağını uzatıp dinlendirdiği sehpası, yatağı… hala orada duruyor. Arkada kitaplıkta birkaç kitap, çaydanlık. “Gerçekten mütevazi yaşadı ve mütevazi öldü” diyor rehber Humeyni için.
Odanın karşı duvarında üç çerçeve fotoğraf. Biri Humeyni, biri oğlu… Üçüncünün kim olduğunu soruyor rehberimiz. Cevabımız “bu bir genç kadındır, ama Humeyni ile ilişkisi nedir, onu bilmiyoruz.” şeklinde oluyor. Rehber “hayır bilemediniz, o Hz. Muhammed’in gençlik fotoğrafıdır” diye gideriyor merakımızı. Ancak bu cevap arkadaşların merakını ve şaşkınlığını azaltmak yerine daha da artırıyor. Nasıl olabilir, saçları görünen, omuzları göğsüne doğru açık bu fotoğraf nasıl Hz. Muhammed olabilir??? Kafalar bir hayli karışmış vaziyette oradan ayrılıyoruz.
18. Şahlara Layık Bir Saray
Sadabad Sarayı ve Bahçeleri: Bu sefer istikametimiz Şahları simgeleyen Sadabad Sarayı. Geniş yemek salonları, yatak odaları, kabul salonları, oyun salonları… Fransa’dan getirilen perdeler, İngiltere’den getirilen avizeler, İtalya’dan getirilen … Altın saatler, altın kaşıklar… Farah Pehlevi’nin elbiseleri, mücevherleri… Saray önünde yirmiye iki yüz metre ebadında havuz. 20 dönüm civarında bir bahçe. İçinde uçları göğün dernliklerine doğru yükselen gür ağaçlar. Yerlerde yemyeşil çimler, güller. Kuş sesleri. Burası önemli kısmı çöl olan İran’da adeta bir cennet. Krallara layık olan yer. Nitekim öyle de olmuş. Ancak şimdi kralları ağırlamıyor. Tam tersine kralları kötülemek için canlı bir örnek olarak gelenlere gösteriliyor.
1923’ten 1979’a yaklaşık 50 yıl boyunca Şah ailesinin yaşadığı yer ve kullandıkları Avrupa, Amerika menşeli eşyalar sergileniyor burada.
Kaçar Hanedanının Avrupa saraylarından etkilenerek yaptırdığı Gülistan Sarayı’nın kapısına vardığımız vakit Muharrem ayı nedeniyle kapalı olduğunu öğreniyoruz.
19. Tahran Çarşısı
Çarşıyı gezdik dolaştık 2-3 saat boyunca. Muharrem Ayı’nın ilk günü Tahran’ı daha da hareketli yapmıştı. Şehir merkezi ana baba günü. Bizim çarşılar, pazarlar yanında hiç kalır. Alanlar, satanlar, motosikletler… Ağıt müziklerinden dinletenler… Ağıt ilahisi okuyup para toplayanlar. Davul, trampet çalıp para bekleyenler.
İğne atsan yere düşmez misali… Bizimkiler alışveriş peşinde, çocuklarına eşarplar, torunlarına oyuncaklar alıyorlar… Eşarpları Azeri kadınlar satıyor. Ellerindeki tüm eşarplar satın alındı. Çok mutlular. Ellerinde kalan son eşarbı da Nuri Abi’ye hediye edip döndüler gidecekleri yere.
Ben ayrıldım gruptan. Yürüdüm hızlı adımlarla bu kalabalıklar ve motosikletler arasında. İnsanları seyrederek, onları anlamaya çalışarak. Sonra bir telefon tamircisi dükkanına girip akşam yemeğini yiyeceğimiz Firdevsi Otel’in yolunu sordum Türkçe. Soru sorduğum çocuk yerine yanındaki cevapladı beni. Türkçe yolumu tarif etti. Firdevsi Otel’de kahvemi içtim, bekledim arkadaşlarımı.