SON DAKİKA

1 - Üç dinin paylaşamadığı topraklar: Filistin

Programdaki ziyaret yerlerimiz Kudüs, Mescid-i Aksa, Kubbetüssahra, Eriha, El Halil, Beytlahm, Yafa ve Telaviv. Telaviv’in dışındaki diğer tüm ziyaret yerlerimiz Müslümanlara ait olan yerler. Dolayısıyla biz Filistin’e gidiyoruz. Israrla ve inatla Filistin, Filistin, Filistin


Filistin;  tarihi binlerce yıla dayanan bir coğrafya. İsmi Kur’anı Kerim’de geçen peygamberlerin çoğunun ya yaşadığı ya da mutlaka yolunun geçtiği bölgenin adı.  Kudüs merkezli Filistin, İ.Ö. 2000'de Arap, İ.Ö. 1800'de Hitit, İ.Ö. 1286'da Mısır hâkimiyetine girdi ve takiben Hz Musa öncülüğündeki İsrailoğulları buraya yerleştiler. Hz Davud ve Hz Süleyman'ın yönetimlerine sahne olan bölgede, sürgünler ve işgallerle dolu yıllardan sonra İ.Ö. 64'te Roma egemenliği başladı. Bu dönemde Hazreti İsa’nın doğumu ve yaklaşık M.S 30’lu yıllara kadar bölgede yaşadığı bilinmektedir. 395'te Bizanslılara geçen Filistin, 637’de tümüyle İslam hakimiyetine girdi. Sırayla Emeviler, Abbasiler, Fatımiler ve Selçuklular dönemlerini geçirdi. Filistin Yavuz Sultan Selim tarafından 1516'da Osmanlı topraklarına dâhil edildi. 400 yıllık Osmanlı hâkimiyetinde bölge Kudüs, Gazze ve Nablus sancaklarına ayrıldı. Ancak, Yahudilerin Filistin hayali tarihin hiçbir döneminde bitmedi.  Birinci dünya savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte 1917’de İngiltere’nin  hakimiyetine giren Filistin’de, İngilizlerin usta manevraları sonrasında 1948’de İsrail Devleti kuruldu.  Yahudilerin Filistin topraklarında kurdukları İsrail Devleti, kuruluşunu ilan ettikten 11 dakika sonra Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanındı.  Yahudilerin bir devlet kurduklarını açıklamasıyla birlikte, İsrail’e savaş açan komşu Arap devletleri (altı devlet) yenilince daha ilk günden İsrail bölgedeki üstünlüğünü bütün dünyaya kanıtlamış oldu. Sonraki savaşlarda da başarı elde edilemeyince bugünkü duruma gelinildi. Dünyanın üzerinde mutabakata vardığı 1967 sınırları Filistin halkınca da kabul görmektedir. (mecburiyetten) Ancak İsrail bu sınırları da aşarak Filistin’in tamamına yakınını işgal etmiş durumdadır.  Bu kutsal topraklarda yaşayan Filistinliler iki dar alana hapsedilmiş durumdalar. 1.5 milyon kadarı, Akdeniz kıyısındaki Gazze’de bir o kadarı da Batı Şeria’da yaşamaktadır.  Ama üzüntüyle belirtelim ki hala bir devletleri yok. Batı Şeria’da Filistinlilere tanınan özerklik ise sınırları daima İsrail tarafından çizilen sözde bir özerklik. Kendi toprakları üzerinde yaşayan 3-3.5 milyon Filistinlinin yüzde 90’i herhangi bir ülkenin vatandaşı da değil. Filistinliler, kendi topraklarında devletsiz bir halk.

THY uçağıyla İstanbul’dan havalandıktan 1 saat 45 dakika sonra Tel Aviv semalarındayız. Doğu Akdeniz sahilindeki düzlükte İsrail’in kurulmasından sonra inşa edilen şehir uçaktan bakınca bir hayli yeşil görünüyor. Birkaç dakika sonrasında modern bir havaalanına ayak basıyoruz. Rehberimiz Selim Özkan, havaalanının bir köşesine gruptaki herkesi toplayarak son bir defa daha uyarılarda bulunuyor.
 


Daha önce defalarca uyarılan grubumuz, işin ciddiyetini havaalanına ayak basınca daha iyi anlıyor. Burası kontrol mekanizmalarıyla bugüne kadar gördüğümüz havaalanlarına pek benzemiyor.

Selim Özkan: “Ben her geldiğimde polis merkezine götürülüyorum. Muhtemeldir ki bu sefer de beni alırlar. Sizlerden de bazılarını alabilirler. Sakın panik yapmayın. Bazı sorular sorarlar, büyük ihtimalle daha sonra serbest bırakırlar. Eğer aramızda uzun süre bırakılmayan kalırsa, ben burada beklerim, diğer rehberimiz grubu Kudüs’e götürür” diyor. Anlaşılan bizi götüren turizm firması duruma alışık ve  her türlü tedbiri almış durumda.  Herkese bir kez daha ikinci rehberimizi tanıtıyor. İkinci rehberimiz Konyalı Cüneyt Belviranlı.
 



BENİ POLİS MERKEZİNDE SORGULUYORLAR.

Ardından pasaport kontrol kuyruğuna giriyoruz. Kontroller diğer ülkelerinkinden iki üç kat daha uzun sürüyor. Kontrollerde babanızın adı, dedenizin adı, kardeş sayınız, niye geldiniz gibi sorular da soruyorlar. Ahmet Özer’le ayrı kuyruklardayız. Biraz geride olduğum için Ahmet Özer benden önce kontrol kulübesine ulaşıyor. İlk kontrol ve sorgulama uzun sürüyor. Kendi aralarında Ahmet Özer’in pasaportunda Suriye vizesi olduğunu konuşuyorlar. Özer’i bir polis eşliğinde kenara çekip, beklemesini söylediler. Görevliler durumu derhal Polis merkezine bildirdiler. Oradan; Suriye vizesine rağmen Ahmet Özer’in kendileri için sakıncalı biri olmadığı haberi gelmesi üzerine serbest bıraktılar. Bu araştırma ve bekletme süresi yaklaşık 10-15 dakika sürdü.

Sıra bana geliyor. Önceki pasaportumda İsrail’in sevmediği ülkeler olan İran, Irak ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin vizeleri vardı. İşi bilen dostlarım bana İsrail’in bu tür pasaportlara sıkıntı çıkardığını, pasaportu Emniyet Pasaport Dairesine vermem halinde sadece İsrail için yeni bir pasaport verebileceklerini söylediler. Ben de bu uyarılara uyup pasaportumu değiştirdiğimden bir sıkıntıyla kaşlaşacağımı düşünmüyorum. Ama düşündüğüm gibi olmuyor. Babamın adı, dedemin adı gibi anlamsız bazı soruları sorduktan sonra bir polis eşliğinde havaalanı içerisindeki Polis Merkezine gitmem gerektiğini söylüyorlar. Böylece pasaport değiştirmemin işe yaramadığı ortaya çıkıyor.

Alındığım odada benim dışımda bizim gruptan birkaç kişinin daha olduğunu görünce biraz rahatladım. Üzerimde elektronik cihaz olup olmadığını sordular. Sadece cep telefonu olduğunu söyledim. Cep telefonunu el çantamın içine koyarak ilerideki masanın üzerine bırakmamı istediler. Denileni yaptım. Odadaki sandalyelerden birine oturmanı söyleyip, pasaportumu ileride kapısını görebildiğim bir odaya götürdüler. Benim ve grubumuzdan birkaç kişinin alındığı odada bir de televizyon vardı. Televizyonda kendi futbol liglerinde iki takımın maçı yayınlanıyordu. Maçı izleyerek vakit geçirmekten başka çarem yok. Ekrandaki yazılar İbrani alfabesinden olduğundan takımları çıkaramıyorum ama futbolun evrensel kuralları yazıları okumadan da maçtan zevk almama yetiyor.  

Tahminen yarım saat sonra adım anons edildi. İsmimi anons eden bir polis elinde pasaportumla bana doğru gelirken, bir başka sivil polis pasaportumu onun elinde aldı ve bana beklememi söyledi. O görevlinin niçin beni beklettiğini bir türlü anlamadım. Elinde pasaportum olduğu halde hiçbir şey yapmadan 10-15 dakika bekledi. Sabırla ve hiçbir şey söylemeden bekledim. Daha sonra pasaportumu bana vererek çantamı da alıp gidebileceğimi söyledi. İçimden “çok şükür” diyerek pasaport kontrolünü geçerek gruba dâhil oldum. Bizi bekleyen gruptan bazılarının havaalanında bir kenarda namaz kıldığını görünce ben de onlara dâhil olup vakti geçmekte olan öğle namazımı eda ettim. Bir saat önceki sorgulamanın ardından, namazı engelleyeceklerinden korkmuştum ki, korktuğum gerçekleşmedi.

Havaalanından çıkmadan rehberimiz Selim Özkan koşarak bana geldi. “Abi siz kimdiniz, sizin soruşturmanızı farklı yaptılar” diye sordu. Farklı olarak sadece mesleğimin gazetecilik olduğunu söyledim. Özkan iyi İngilizce bildiği ve benim gibi o da sorgulandığı için oradaki konuşulanları daha iyi anlayabilmiş. Özkan MOSSAD’ın benim üzerimde titizlikle durduğunu söyledi.

Özkan, defalarca İsrail’e geldiğini her defasında en az 3-4 saat bekletildiklerini, bu sefer 1-1.5 saat içinde soruşturmaların bittiğini, bunun şaşırtıcı olduğunu ifade etti. Ayrıca grubumuzun “one minute”den sonra İsrail’e gelen ilk grup olduğunu da sözlerine ekledi. Anlaşılan “one minute” işe yaramış.
 

FİLİSTİN TOPRAKLARINI İSRAİL YEŞİLENDİRMEDİ, ALLAH BEREKETLİ KILDI

Fazla oyalanmadan bizi bekleyen otobüse biniyor ve Kudüs’e doğru yol alıyoruz. Bir Akdeniz ülkesi olan Filistin’in her tarafı yemyeşil. Toprağın rengi, bereketli olduğunun en açık delili. Bu arada ülkemizde çokça konuşulan “İsrail çölü yeşertti” söyleminin de doğru olmadığını buradan öğreniyoruz. Allah Kur’an’ı Kerim’de bölgenin bereketli olduğunu açık seçik şekilde belirtmektedir. “ Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Hz.Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra 1)

Ayeti günümüz şartlarında değerlendirdiğimizde bölgenin hem toprak olarak bereketli olduğunu hem de çevresindeki petrol alanları açısından(komşu ülkeler) zengin olduğunu müşahede etmekteyiz.  Evet, İsrail boş durmamış bir şeyler yapmış ama coğrafya kendiliğinden yemyeşil. Diğer taraftan Kudus’ü geçip Ürdün istikametine doğru yol aldığımızda, Zeytin dağını geçer geçmez başlayan Yehuda Çölünün ilk günkü gibi çöl olarak durduğunu gözlemledik. Yahudiler Yehuda çölüne tek bir ağaç bile dikmemişler.

Telaviv şehir merkezine uğramadan mukaddes belde Kudüs’e hareket ediyoruz. Belirli bir süre düzlükte devam eden yolda,  biçilmiş sapsarı ekin tarlaları, yemyeşil mısır ve  pamuk tarlalarını seyre dalarak ilerliyoruz. 750 rakımlı Kudüs’e varmak için önce bir biri ardına sıralanan tepeleri aşmak gerekiyor. Allah vergisi yeşil doku düz ovada olduğu gibi, yükselen tepe ve dağlarda da devam ediyor.  
 



Beş yıldızlı otelimize yerleşirken hayal kırıklığına uğruyoruz. Beş yıldız denilen otel, Türkiye şartlarında üç yıldız kalitesinde… Buradaki hadiseler nedeniyle ünlü markalar Kudüs’ten çekilmişler. Böylece de kalite düşmüş. Otelimizin tek iyi tarafı, geniş balkonunda baktığımızda Kubbetüssahra’nın o meşhur altın kubbesini görüyor olmamız. Görür görmez ilk gösterdiğimiz refleks fotoğraf makinelerimizi çıkarmak ve fotoğraf çekmek oluyor.
 



 

Yazan: Nurettin Bay                                                    Editör: Ahmet Özer

..

 
Konya Namaz Vakitleri
İmsak
Güneş
Öğle
İkindi
Akşam
Yatsı