Klasik ansiklopedik bilgilere göre ahilik; “kardeşim” anlamına gelen Arapça “ahî” veya Cömert ve civanmert anlamına gelenTürkçe “akı” kelimesinden türetilmiş bir isimdir. Ahilik; Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve her biri ahi lideri olan Çandarlı vezir ailesinin eliyle de teşkilat ve idaresinde, bir yüzyıldan fazla etkin rol oynayan dini ve sosyal bir teşkilat olarak, XIII.yüzyıl Anadolusunda ortaya çıkmıştır. Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah (1180-1225) ın kurduğu fütüvvet teşkilatı örnek model olarak, Ana¬dolu Selçuklu Devleti'yle I.Gıyâseddin Keyhusrev (1204) zamanında Anadolu’ya taşınmıştır. Halifenin daveti üzerine Bağdat’a gönderilen hocası Mecdüddin İshak, dönüşünde Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Evhadüd-dîn-i Kirmanî ve Şeyh Nasîrüddin Mahmûd el-Hoyî gibi üç büyük şahsiyeti de yanında getirmiştir. Sonraki Selçuklu sultanlarının da benimsemesiyle Anadolu ahiliği kuruluşunu tamamlamıştır. Özellikle 1.Alâeddin Keykubad’ın çabaları ve devrin büyük alimlerinden Şehâbeddin Sühreverdi’nin kuruluştaki rolü çok önemlidir. Ancak Anadolu'da Ahîliğin kurucusu ve yayıcısı İran'ın Hoy şehrinde doğan Şeyh Nasîrüddin Mahmûd (o. 1262) dur. Daha sonra Ahî Evran ismiyle anılmış ve meşhur olmuştur. Ahi Evran; Sultan Alaaddin Keykubat’ın desteğiyle, tasavvufi ağırlığı olan fütüvvet anlayışına ayrı bir anlam yüklemiş, Anadolu kültür ve zihniyeti ile kaynaştırmış, Ahiliğin Anadolu’da kurulup kökleşmesinde en büyük rolü oynamıştır.
Eflatun ve Ahilik Felsefesi
Peki ahilik anlayış veya felsefesinin temelleri hangi tarihe kadar uzanabilir? Bu soruya net bir cevap vermek mevcut bilgilerimize göre imkansız gibi gözükmektedir.Ancak ahiliğin getirdiği temel prensibler açısından bazı yorumlar ve dğerlendirmeler yapılabilir.Bu durumda ahilik felsefesi ve düsturları Eski Yunan’a kadar götürülebilir. Örnek vermek gerekirse; Eflatun’un “devlet” i ile, temelleri Fütüvvet teşkilatı olan ancak Anadolu’da kendine özgü bir kimlik kazanan, Ahi Evran’ın ahi teşkilatı arasında ilginç benzerlikler ilk bakışta dikkati çekmektedir. Şöyle izah etmeye çalışayım: Eflatun’a göre; Birey devletin unsurudur. Ruhun üç bölümü olduğu gibi şehir devletinde de üç ana sınıf olacaktır.Birincisi; Zanaatçılar ve işçiler (veya ehl-i hıref ve çıraklar), ikincisi; Savaşçılar sınıfı,Üçüncüsü;Yüksek görevliler,idareciler ve filozoflar sınıfıdır. Bu üç sınıf büyük bir mizan/ölçü içinde cesaret, gayret düsturlarıyla bir araya gelmelidir. Bireysel adalet gibi, sosyal adalet de bu üç sınıfın uyumuyla mümkün olabilir. Bunun önündeki tek engel ise “bencillik” veya “egoizm” dir. Ahilik Eflatun’un hayalindeki devletin ve faziletliler şehrinin muşahhas bir örneği gibidir. İkisin de nihai hedefi “faziletli” (erdemli) bireyler yetiştirmek, bireysel ve sosyal adaleti gerçekleştirebilmektir.Anadolu ahilik kurumuna bu noktadan bakınca;İslam öncesi Anadolu yerel kültürünün etkisini de ayrıca araştırmak gerektiğini düşünüyorum.
O günün Anadolu insanının inancını ve farklı dinlere karşı toleransını günümüze aktaran en önemli delillerden birisi de hiç kuşkusuz mimari eserler ve onlar arasında da camilerdir. İbadet mahalli olan bu kutsal mekanlarda bile Hristiyanlık sembollerini gösteren, devşirme malzemeler olarak taşlar, resimler, kitabeler çok rahat bir biçimde kullanılmıştır.İnşaatında aslan motifli taşın kullanılmasından dolayı Aslanhane Camii adını alan Ahi Şerafettin Camii ve giriş kapısının hemen sağında kabartma resimlerin yer aldığı lahid örneği bulunan Beyşehir Eşrefoğlu Camii bu musamahanın en güzel örnekleri arasında olup bugünden daha ileri bir dini tolerans anlayışını aksettirmektedir. O günün Anadolu insanı,inanç ve kültürler mozaiği Anadolu’da, basit sembol ve motifler içinde boğulmadan, hoşgörü anlayışı içinde beraberce yaşamayı başarabilmiş, güzel örneklerini de günümüze kadar ulaştırabilmiştir. Ahilik çatısı altında sünni-şii mezhebleri ve mensupları yıllarca bir arada yaşamış, mükemmel bir uyum sergilemişlerdir.
Ahilik, Cumhuriyet’in ilk yıllarında amaç ve kapsamı daraltılan Mevlevilik, cami, medrese, mümin, cemaat vs. diğer kavram ve kurumlarda olduğu gibi sadece basit bir “esnaf örgütlenmesi” gibi tanıtılmış,kitlelerin o şekilde algılanması sağlanmıştır. En basitinden ahilik sadece bir esnaf örgütü olmuş olsaydı, zenaat ve ticarete hakim, şehir kültürüne sahip gayr-i müslim yerli unsurların, -mimari de olduğu gibi- ahilik üzerinde de belirgin bir etkisini gözlemlememiz gerekirdi. Nitekim esnaf teşkilatının gedik veya lonca haline dönüştüğü 16.yüzyıldan itibaren bu etkiyi, devletin resmi kayıtları olan Osmanlı Arşiv belgelerinde net bir biçimde görebiliyoruz.14.Yüzyılda, Orhan Bey zamanında Anadolu’yu baştan başa, sadece ahi dergahlarında misafir kalarak dolaşan ve ahiler hakkında çok önemli bilgiler veren İbn Battuta’nın notlarına göre; Bir ahi hem sanatkar, hem zanaatkar, gerektiğinde muhafız ve savaşçı, hem de çevresini aydınlatan bir filozof ve mükemmel bir idarecidir.Aynı zamanda bir mutasavvıftır. Klasik dönemde ahilik, bir tarikat âdabı içinde, dünya ve ahiret dengesini kurma ve koruma mesleğidir. Güzel ahlak,insanla birlikte tüm yaratıklara saygı,doğruluk, kardeşlik, yardımseverlik kısaca bütün insani ve ahlak-i hamide denilen meziyetlerin oluşturduğu bir temel üzerine oturtulmuş, “erdemliler okulu” dur.
Ahiliğin kuruluş amacı neydi?
Hacı Bektaş-ı Veli’nin tavsiye ve telkinleriyle, Ahi Evran tarafından Kırşehir merkezli kurulan ahilik teşkilatının Kuruluş devrinde; amaç ve hedefi; Göçebe Türkmenlerin İslamlaşma sürecini hızlandırmak, Anadolu’yu bir Türk-İslam yurdu haline getirebilmek, şehirlere hakim olan Rum ve Ermeni tacirlerle rekabet edebilme gücünü kazanmaktır.Ancak sadece siyasi değil, politik ve sosyo-ekonomik şartlar böyle bir teşkilatı ortaya çıkarmıştır.Yine İbn Battuta’ya göre: Türkmenlerin yaşadığı her yerde ahilik vardır. Bekar ancak sanat sahibi gençler bu cemiyete mensub olabilir.Aralarında çok sıkı bir dayanışma vardır.Halk içinde itibarları çok yüksek meslek sahipleridirler.Aynı zamanda yabancılarla da çok yakından ilgilenirler.Görünüşte Şiraz ve Isfahan halkının adetlerine benzese de, yani orada buna benzer bir teşkilat olmuş olsa bile, şefkat ve merhamette çok ileridirler.Tüm Anadolu’nun güvenlik ve emniyet işleri bunlardan sorulur. Şehirlerde bir çok kamu hizmetini yerine getiren siyasi güçleri vardır.Zorbaları ve zalimleri yola getirir, inat edeni ortadan kaldırırlar.Yine İbn Battuta’ya göre;Ahilerin cemiyetine fütüvvet adı verilir.Reis seçilen kişi hemen bir zaviye yaptırır ve faaliyete başlar. Ahi Evran döneminde tüm Anadolu’yu bir ağ gibi saran ahilik cemiyetinin eşi benzeri yoktur. O’nun ölümünden sonra birbirinden kopmaya başlamış, her şehir bağımsız teşkilatlar olarak faaliyetlerine devam etmiştir.Bu durumu merkezi otoritenin siyasi boşluğu doldurmaya başlamasıyla da izah etmek mümkün olabilir.Ahi teşilatları meşguliyet alanını daraltmaya başlamış,inziabati ve idari görevleri yerel veya genel idarecilere bırakmış olmalıdır. Ankara bunun en güzel örneklerinden biridir. Şehri tek başlarına yöneten ahiler, kendi rızalarıyla Orhan Bey’e şed bağlamışlar, ahiliğe ait "ihtiyârü'd-dîn" unvanı¬nı vermişler, onu baş ahi seçmişler, şehrin anahtarını da kendisine teslim etmişlerdir.
Ahilik basit bir esnaf teşkilatı mıdır?
Sadece ticaret, kâr ve yüksek kazancı hedef haline getiren, amaca ulaşmak için her çabayı normal ve meşru bir ticari metod gibi kabül eden, bencillik esasları ve kapitalist sistemin kurallarına göre faaliyet gösteren günümüz esnaf teşkilatı ile, hayvanlar da dahil tüm canlılara şefkatle yaklaşan, fedakarlık ve diğergamlık esasları üzerine kurulmuş ahiliği mukayese etmek onu anlamamak veya hedefinden saptırmak olur. En azından temel felsefesi, zihniyet ve amacı farklıdır.
Ahiliğin Osmanlı kuruluş dönemindeki aktif ve çok yönlü pozisyonu özellikle Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren kaybolmaya başlamış, kısa süre içinde basit bir esnaf teşkilatı haline getirilmiştir. Bir diğer ifade ile; Çandarlı vezir ailesinin kaderi ile ahiliğin kaderi birbirine bağlanmış gibidir.Çandarlı Halil’in, İstanbul kuşatmasına karşı olduğu, Bizansla gizli ilişkiler içinde bulunduğu iddiasıyla fetihten hemen sonra tutuklanması, 40 gün Yedikule Zindanı’na hapsedildikten sonra, gözüne mil çekilmesi ve sonra da idam edilmesinin sebep ve sonuçları tarihimizin hala karanlık olaylarından birisidir.Bu olay aynı zamanda Osmanlıda ilk sadrazam idamıdır.Ancak Fatih’in bu tasarrufuna halkın tepkisi de sert olunca Çandarlı’nın müsadere edilen malları, geleneğe aykırı olarak; evladına bırakılmış hatta iki oğlunun görevi de bir süre daha devam etmiştir.Bu olayın da padişahın ahilik teşkilatına bakışını olumsuz yönde etkilediğini düşünmek mantıksız olmaz sanırım.İşin ilginç tarafı Fatih Sultan Mehmed’in ölümünün de sırlarla dolu olmasıdır.Ancak kesin olan husus şudur: Fatih’ten sonra artık Çandarlı gibi Nallıhan asıllı Anadolu Türkmeni bir sadrazam bir daha devletin başına geçemeyecektir.Türkmenlerin de devlet teşkilatındaki konumları, karar mekanizmasında hiç bir etkileri olmayan alt kademe bürokrat veya küttap sınıfıdır.Devleti kuran ve yapılandıran ahiler ve Türkmenler iki yüzyıl geçmeden tamamen pasifize edilmişlerdir. Fatih’ten sonra yeni bir felsefe ve yeni bir devlet vardır.Şah İsmail ve Anadolu’daki şii faaliyetlerini, Fatih’in ilginç siyasetine bir gerekçe göstermek kanaatimce yetersiz bir yaklaşım ve eksik bir değerlendirme olur.
Farslıların “civanmerd”,Türklerin “akılık” terimleriyle ifade ettikleri esnaf gurubu da, İbn Battuta devri ahilerinden çok, bu tarihlerden sonra ortaya çıkan ticaret ve zenaat erbabı için söylenebilir. Fatih ve sonraki sultanların ahilik teşkilatının nüfuzunu zayıflatmaları, zamanla basit bir esnaf grubu haline getirmeleri, merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak isteyen Osmanlının bir devlet politikası olmalıdır. Benzeri bir uygulamayı tekke ve zaviyeler için de yapmışlar, ellerindeki araziler toplu bir şekilde devletleştirilmiş, devlet karşısında alternatif bir güç ve nüfuza asla müsaade edilmemiştir.
Esnaf teşkilatı ile alakalı16 -17.yüzyıl Osmanlı arşiv vesikaları genel olarak değerlendirildiğinde; Ahilik konusunda ana hatlarıyla şöyle bir yol izlendiği dikkati çekiyor; Öncelikle Ahilerin etkisinin olmadığı şehirlerde müslim veya ecnebi tüccarlara beratlar verilerek Osmanlı topraklarında imtiyazlı ticaret yapmaları temin edilmiş, başkentte ve diğer büyük şehirlerde devlet destekli gedik ve loncalar oluşturulmuş, bey ve sultanlara şed kuşatıp şehir teslim edecek kadar güçlü Anadolu ahilerinin, bir yüzyıl sonra, önce Anadolu genelindeki teşkilatlanmaları engellenmiş,taşra bedestanlarında lokal faaliyet gösteren, büyük şehir esnafıyla rekabet edemeyen, İbn Battuta’nın anlattığı ahilere hiç benzemeyen basit esnaf grupları haline getirilmiştir. Ahiliğe alternatif olarak devlet, kendi esnafını ve zenginini ortaya çıkarmıştır. Osman Bey’den itibaren Ahi şeyh veya babaları elinden yetki alan hükümdarlar, sıkı bir hiyerarşi ve prosedürle kendi sistemleri içinde yetişen ahi babalar yerine, beratla tayin ettikleri esnaf kethüda ve şeyhleri sayesinde ülke ekonomisini bizzat kontrol edip yönlendirir konuma yükselmişlerdir. Ancak ekonomik model olarak; yerli ve milli unsur ve görüşten her geçen gün daha da uzaklaşan Osmanlı idaresi çok zaman geçmeden gayr-i müslim banker ve ecnebi şirketlere mahkum hale gelecektir.
Sonuç
Ahiler, Moğol istilası sonucu bir harabe haline gelen Anadolu’da, Selçuklu devletinin dağılma sürecinde ortaya çıkan dini, siyasi, idari ve iktisadi boşluğu Eflatun’un devlet ülküsüne benzer bir çapta doldurmayı amaçlamış, geniş bir örgütlenme sağlamış, özellikle de Orta Anadolu’da oldukça başarılı olmuşlar, Ankara ahiliğinde olduğu gibi, sultanlara kuşak bağlayıp teşkilata üye kaydeden bir konuma ulaşmışlardır.
Şeyh Edebalı’nın elinde yetişen Osman ve çocuklarına zamanı geldiğinde emaneti teslim etmekten de çekinmemişler, yedi asır sürecek Osmanlı Devlet felsefesi ve mefkuresinin temellerini atmışlardır. Ancak zaman içinde bilinçli bir şerkilde etkileri azaltılmış, otoriteyi kimseyle paylaşmak istemeyen Osmanlı sultanlarının genel siyasetleri sonucunda basit bir esnaf teşkilatı haline getirilmiştir. Anadolunun bağrında doğmuş böyle bir kurumun etki ve yetki alanları daraltılarak bitirilmesinde, Osmanlı’nın vesayetten kurtulma çabasının yanında, devşirme sınıfından gelen idarecilerin olumsuz etkisini görmemek de safdillik olur. Günümüz esnaf odalarıyla mukayese edilen ahilik; fanksiyonunu yitirmiş, kuruluş amaç ve felsefesinden kopmuş, tabir yerindeyse “kuşa çevrilmiş” ahiliktir. Kuruluş devri ahiliği zaman ve zemine bağlı olmayan kendine özgü bir insanlık felsefesi ve değeridir. Ahilik ahiliktir. Ahilik müslüman Anadolu’nun tüm dünyaya anlatması ve tanıtması gereken bir “erdemliler modeli” olarak düşünülmelidir. Ahilik teşkilatının bilinçli bir biçimde etkisinin kaybettirilmesi, Osmanlı idarecileri ile Anadolu insanının zamanla birbirinden uzaklaşmasını, bir kültür ve zihniyet farklılığını da netice verecektir. Rahmetli Necmettin Erbakan Hocanın bir ömür anlatmaya çalıştığı “milli görüş”ten uzaklaşmanın faturası maalesef çok ağır olacaktır. Osmanlı devrinde ahiliğin fonksiyonunu kaybetmesi ve kaybettirilmesi, milli görüşten de ilk kopuş hareketidir.
Sonuç olarak Ahilik; Bir meşrebtir, bir meslektir, bir menzildir, bir mansıbdır, bir mansabdır, bir akidedir, bir kulluk tarzıdır. Kısaca ahilik; Müslüman Anadolu’nun esintileri günümüze kadar ulaşan ruhudur. Eline, beline, diline sahip olma şuuru içinde, başkası için yaşama ve yaşatma gayreti, dünya-ahiret dengesinde örnek bir hayat sürme ve sürdürtme sanatıdır.Aldatmanın olmadığı,kardeşliğin temel unsur olduğu, elinden ve dilinden emin olunan insanların, dervişlik ve ticaret ruhunu mezcederek gerçekleştirdikleri bir Anadolu harikasıdır.
Bu bağlamda; 22-27 Eylül tarihleri arasında bu yıl 27.si kutlanan Ahilik Kültürü Haftası ve Esnaf Bayramı’nı ismiyle birlikte, tarihi bir adım olarak görüyor, çok anlamlı buluyor, gelecek yıllarda daha artan bir coşku ile kutlanmasını diliyor, Anadolu insanın tüm insanlığa, “insana sevgi ve saygıyı esas alan” evrensel bir mesajı ve kalkınma modeli olarak değerlendiriyorum.
Selçuklu/KONYA, 28.09.2014
Doç.Dr.Nejdet GÖK
Necmettin Erbakan Üniversitesi